Tanzİmat Fermanı: Gülhane hattı Hümayunu (1839)
Kemal Gözler
Kemal Gözler,
Türk Anayasa Hukuku, Bursa Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, s.3-12'den
alınmıştır
Bibliyografya.- Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, op. cit., s.69-77; Yavuz Abadan, “Tanzimat Fermanının Tahlili”, Tanzimat, İstanbul, 1940, c.I, s.33-45; Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1985; Tanzimat, Millî Eğitimi Bakanlığı Yayınları, 1940; Enver Ziya Karal, “Gülhane Hatt-ı Hümayununda Batının Etkisi”, Belleten, Cilt 26, Sayı 112, Ekim 1964, s589-600; Üçok ve Mumcu, op. cit., s.311-314; Okandan, op. cit., s.63-70; Aldıkaçtı, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi..., op. cit., s.40-46; Arsel, Türk Anayasa Hukukunun Umumî Esasları, op. cit., s.18-19; Özçelik, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, op. cit., c.II., s.52-55; Rumpf, Türk Anayasa Hukukuna Giriş, op. cit., s.9-10; Münci Kapani, Kamu Hürriyetleri, Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1981, s.92-98; Ahmet Mumcu, İnsan Hakları ve Kamu Özgürlükleri, Ankara, Savaş Yayınları, 1994, s.185-196; Tarihsel Gelişim için bkz.: Karal, Osmanlı Tarihi, op. cit., c.V, s.169-191. Tanzimat Fermanının metni için bkz: Kağıt Kaynaklar: Düstur, Birinci Tertip, Cilt 1, s.-7. Suna Kili ve A. Şeref Gözübüyük, Türk Anayasa Metinleri, Ankara, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1985, s.11-13. Server Tanilli, Anayasalar ve Siyasal Belgeler, İstanbul, Cem Yayınevi, 1976, s.8-11.E-Kaynaklar: http://www.tbmm.gov.tr/kultur_sanat/yayinlar/yayin001/001_00_005.pdf English Translation of Tanzimat Fermanı (Gülhane Hatt-ı Hümayunu / Hatt-i Şerif-i Gülhane) (Rescript of Gülhane / Rescript of the Rose Chamber / Gülhane Rescript / Tanzimat Rescript / Rescript of the Rose Chamber / Noble Rescript of the Rose Garden / Noble Rescript of the Rose Garden - 3 November 1839): http://www.bilkent.edu.tr/~genckaya/documents1.html
1839 yılında İkinci Mahmut’un
ölmesinden sonra yerine Abdülmecit geçmiştir. Abdülmecit
devletin kuruluşunu yeniden tanzim eden bir ferman ısdar
etmiştir. Bu ferman 3 Kasım 1839’da, Gülhane’de, Padişahın,
yabancı elçilerin ve halkın huzurunda fermanı yazan zamanın Dışişleri Bakanı
Mustafa Reşit Paşa
tarafından okunmuştur[1].
1. Hükümleri
Fermanda Padişah, devletin iyi idaresi (hüsn-ü idare
) için yeni kanunların (kavanin-i cedide
) çıkarılmasının lazım geldiğini belirtmektedir.
Tanzimat Fermanı biçim bakımından, Sened-i İttifak gibi şart şart
veya madde madde değildir. Tanzimat Fermanında bir yandan birçok temel hak ve
özgürlük tanınmış, diğer yandan da devlet iktidarının kullanılmasına ve
sınırlandırılmasına ilişkin birçok ilke kabul edilmiştir. Ancak bu haklar ve
ilkeler oldukça dağınık ve iç içe girmiştir. Tanzimat Fermanının
değişik yerlerinde tanıdığı haklar ve benimsediği ilkeler şu
şekilde özetlenebilir:
a) Malî Güce Göre Vergi
(Her Ferdin Emlak ve Kudretine Göre Bir Vergi-i Münasip)
İlkesi.- Fermanda “iltizam usûlü” eleştirilmekte, bu
usûlün memleketin “umur-ı maliyesini bir âdemin yed-i ihtiyarına ve belki
pençe-i cebrü kahrına teslim” etmek anlamına geldiği belirtilmektedir. Ferman
bundan sonra halktan (ahali-i memalikten) “her ferdin emlak ve kudretine göre
bir vergi-i münasip tayin olunarak kimseden ziyade şey alınmamasını” emrediyordu.
Böylece fermanda “malî güce göre vergi” ilkesi kabul edilmiş oluyordu.
b) Devlet Harcamalarının Kanunîliği İlkesi.- Verginin toplanmasına
ilişkin yukarıdaki ilke kabul edilirken, devlet giderlerinin yapılmasına ilişkin
de kanunîlik ilkesi ferman ile kabul ediliyordu. Fermanda bu konuda, “Devleti
aliyemizin... mesarifisi kavanin-i icabiye ile tahdit ve tebyin olunup ana göre
icra olunması lazimedendir” denmektedir.
c) Asker Almada Adalet
.- Ferman her şeyden önce,
“muhafaza-i vatan için asker verme(nin) ahalinin farize-i zimmeti”[2]
olduğunu ilân etmektedir. Ancak Ferman “şimdiye kadar cari olduğu veçhile bir
memleketin adedi nüfusu mevcudesine bakılmayarak kiminden rütbe-i tahammülünden
ziyade ve kiminden noksan asker istenilme”sini eleştirmektedir. Zira bu şekilde
asker toplamak, “nizamsızlığa ve hem ziraat ve ticaret mevaddı nafiasının
ihlâlini mucip” olmaktadır. Keza bu şekilde askere alınanların ömürlerinin
sonuna kadar askerlik yapmaları üremenin kesilmesine neden olmaktadır. Bu
tespitleri yaptıktan sonra Ferman, bundan sonra, “her memleketten lüzumu
takdirinde talep olunacak neferatı askeriye için... dört veyahut beş sene müddet
zımmında dahi bir tariki münavebe vaz ve tesis olunması(nın) icabı halden”
olduğunu ilân etmektedir.
d) Ceza Yargılamasına İlişkin Güvenceler.-
Ferman suç işleyenlerin davalarının kanunlara uygun olarak ve
alenen görüleceğine hükmetmektedir. Bu şekilde verilmiş bir mahkeme kararı
olmadıkça da hiç kimse hakkında idam cezasının uygulanamayacağını ilân
etmektedir. Böylece “yargılanma hakkı” tanınmış veya “yargılanmadan kimseye ceza
verilemez” şeklindeki ilke kabul edilmiş oluyordu. Dolayısıyla o zamana kadar
Padişahlara mutlak bir yetki olarak tanınan örfi cezalar verme yetkisinden
Padişah vazgeçmekte, bu yetkiyi mahkemelere devretmektedir[3].
e) Can Güvenliği (Emniyet-i Can
).- Fermanın başında “emniyet-i can”
tanınmakta ve bu konuda yeni kanunların (kavanin-i cedide) “vaz ve tesisinin
lazım ve mühim görün”düğü belirtilmektedir. Fermanda yukarıda gördüğümüz bazı
ilkeler (keyfi nedenlerle cezalandırmama, yargılamanın âdil ve açık olması,
yargılamasız ceza verilmemesi) de kişi güvenliğiyle ilgilidir.
f) Irz ve Namus Dokunulmazlığı (Mahfuziyet-i Irz ve Namus).- Tanzimat Fermanı
“mahfuziyet-i ırz ve namus”u da tanımaktadır. Yine Fermanda “hiç kimse
tarafından diğerinin ırz ve namusuna tasallut vuku bulmaması” öngörülmüştür.
Burada “ırz ve namus” deyiminin dar anlamda değil, geniş anlamda, “şeref ve
haysiyet” anlamında yorumlanması gerektiğine işaret edenler de vardır. Gerçekten
de Tanzimat Fermanının yabancı dillere yapılmış çevirilerinde, bu “ırz ve namus
” için “şeref
(honneur, honour, ehre)”
kelimesi kullanılmıştır[4].
g) Mülkiyet Hakkı (Mahfuziyet-i Mal
).- Ferman “mahfuziyet-i mal (mal
dokunulmazlığı)”ı tanımıştır. Ferman, herkes mal ve mülküne tam bir serbesti
içinde malik ve mutasarrıf olmalı ve buna dışarıdan herhangi bir müdahalede
bulunulmamalıdır demektedir.
İlginçtir ki, Tanzimat Fermanı can, mal ve ırz güvenliğini sadece
tanıyıp ilân etmemekte, bunların niçin gerekli olduğunu da açıklamaktadır. Bu
açıklamada aşağıda görüleceği üzere liberal bir hava hakimdir. Ferman,
“emniyet-i can ve mahfuziyet-i ırz ve namus ve mal” konularında yeni kanunların
“vaz ve tesisi lazım ve mühim görün”düğünü belirtiyor ve bunun nedenini şöyle
açıklıyor:
“Şöyle ki dünyada candan ve ırzu namustan eazz bir şey olmadığından bir âdem
anları tehlikede gördükçe, hilkat-i zatiye ve cibiliyet-i fıtriyesinde hiyanete
meyil olmasa bile muhafaza-i can ve namusu için bazı suretlere teşebbüs edeceği
ve bu dahi devlet ve memlekete muzır olageldiği müsellem olduğu misullû bilakis
can ve namusundan emin olduğu halde sıdku istikametten ayrılmayacağı ve işi ve
gücü hemen devlet ve milletine hüsni hizmetten ibaret olacağı dahi bedihi ve
zahirdir”.
h) Müsadere Yasağı
.- Fermanda açıkça “müsâdere yasağı”
kabul edilmiştir. Fermana göre, bir kimsenin suç işlemesi halinde, onun malı
müsadere edilmemelidir. Çünkü, müsadere o kişinin mirasçılarını miras hakkından
mahrum eder; oysa suçlunun mirasçılarının bu suçla bir alâkaları yoktur.
i) Eşitlik İlkesi.- Yukarıda sayılan
bu haklardan din ayrımı olmaksızın bütün tebaanın yararlanması öngörülmüştür. Bu
konuda Tanzimat Fermanında Padişah şöyle demektedir:
“Teb’a-ı Saltanat-ı Seniyemizden olan ehl-i İslâm ve mileli saire bu müsaadat-ı
şahanemize bilâistisna mazhar olmak üzere can ve ırz ve namus ve mal
maddelerinden hükm-i şer’i iktizasınca kâffe-i memalik-i mahrusamız ahalisine
taraf-ı şahanemizden emnniyet-i kamile verilmiş”tir.
Alıntıdan da anlaşılacağı üzere verilen haklardan (“müsaadat”
yani müsaadeler deniyor) din ayrımı olmaksızın istisnasız bütün Osmanlı
tebaasının yararlanacağı yolunda “tam güvence (emnniyet-i kamile)” verildiği
belirtilmektedir. Böylece Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasında eşitlik
ilkesi benimsenmiştir. Ferman, dini ne olursa olsun bütün Osmanlı tebaasını
kanun önünde eşit saymaktadır. Tanzimat Fermanındaki eşitlik ilkesi sosyal
statüler bakımından da geçerlidir. Tanzimat Fermanının açıklanması için
çıkarılan bir ek fermanda, “vezirden çobana kadar herkesin eşit olduğu”
vurgulanmıştır[5].
j) Kanunların Hazırlanması: Meclis-i Ahkâm-ı Adliye
.- Tanzimat Fermanı kanunların
hazırlanması konusunda yeni bir usûl öngörmüştür. Kanunlar bir kurul tarafından
hazırlanacak ve Padişah tarafından onaylanıp yürürlüğe konulacaktır. Fermana
göre, Kanunlar önce Meclis-i Ahkâm-ı Adliyede görüşülüp tartışılacaktır. Bunun
için bir yandan Meclis-i Ahkâm-ı Adliyenin üye sayısının artırılması ve diğer
yanda da, “vükelâ (bakanlar) ve rical-i devlet dahi tayin olunacak eyyamda (günlerde)
orada içtima (toplanma)” etmeleri öngörülmüştür. Bu şekilde toplanacak Meclis-i
Ahkâm-ı Adliyenin üyelerinin “cümlesinin efkar ve mütealatını (fikir ve
görüşlerini) hiç çekinmeyip serbestçe” söylemesi istenmiştir. Keza askerlik
işlerine ilişkin kanunların da Bab-ı Serasker-i Dar-ı Şurasında “söyleşilip” kararlaştırılması öngörülmüştür. Bu
şekilde kararlaştırılan (karargir olunan) kanunların yürürlüğe girmesi için (düsturul
amel tutulmak üzere) Padişahın hatt-ı hümayunu ile tasdik edilmeleri
öngörülmüştür. Şüphesiz burada yasama yetkisinin Meclis-i Ahkâm-ı Adliyeye
devredildiği söylenemez. Kanun koyma yetkisi yine Padişahta saklı tutulmuştur.
Ancak, kanunların hazırlanmasında kurullardan yararlanılması ve bu kurullarda
“serbestçe söyleşme” yönteminin kabul edildiğinin altını çizmek gerekir.
Kanunların hazırlanmasında “kurullara danışma” ve “kurullarla çalışma”
ilkelerinin önemi göz ardı edilmemelidir. Bu parlâmentolu rejime yönelişin bir
habercisidir[6].
l) Kanunun Üstünlüğü İlkesi
.- Tanzimat Fermanında bu şekilde
hazırlanan kanunların üstünlüğü ve bağlayıcılığı çok açık bir şekilde
vurgulanmaktadır. Bu şekilde hazırlanan kanunlar, hem Padişahı, hem ulemayı, hem
de vüzerayı bağlayacaktır.
Bir kere, Padişah bu şekilde çıkarılacak yeni kanunlara aykırı
hareket etmeyeceğine yemin etmektedir. Burada “iktidarın kendi kendini
sınırlaması
(auto-limitation
)” vardır[7].
İkinci olarak, fermanda “ulema ve vüzeradan velhasıl her kim olur ise olsun
kavanini şeriyyeye muhalif hareket edenlerin kabahati sabitelerine göre,
tedibatı layıklarının hiçbir rütbeye ve hatır ve gönüle bakılmayarak icrası”
öngörülmektedir. Bu hüküm ile “kanunun üstünlüğü” veya “kanuna saygı” ilkesinin
benimsendiği söylenebilir. Zira artık, kanunları yapanlar ve onları uygulayanlar
da kanunlar ile bağlı olacaktır. Kanuna uymayan her kim olursa olsun “hiçbir
rütbeye ve hatır ve gönüle bakılmayarak” cezalandırılacaktır[8].
2. Temel Haklar Beyannamesi
Yukarıda görüldüğü gibi, Tanzimat Fermanında
kişinin temel hak ve özgürlükleri açısından eksik de olsa derli
toplu bir liste bulunmaktadır[9].
Bu bakımdan Tanzimat Fermanını Türklerin ilk “temel haklar beyannamesi” veya
“haklar fermanı” olarak görenler olmuştur[10].
Münci Kapani bu görüşü reddetmektedir. Kapani’ye göre,
Tanzimat Fermanı,
“Avrupa ve Amerikadaki örneklerle kıyaslanamayacak kadar cılız bir demetçiktir.
Klasik beyannamelerin başında yer alan Hürriyet prensibi’nden hiç söz
açılmamıştır. Sadece en ilkel birkaç temel hak garanti altına alınmak
istenmiştir, o kadar. Bu belgede Onsekizinci yüzyıl felsefesinin derince
izlerini ve genel hürriyet doktrininin esintisini aramak boşuna bir çabadır”[11].
Kanımızca, Tanzimat Fermanı bir temel haklar beyannamesi olarak
görülebilir. Zira Fermanda tanınan temel haklar kataloğu Kapani’nin düşündüğünün
aksine hiç de cılız değildir. Yukarıda görüldüğü gibi birçok temel hak ve
özgürlük tanınmıştır. Yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, insan onuruna saygı ilkesi,
kişi dokunulmazlığı gibi temel haklar ve ilkeler kabul edildiği gibi,
vergilendirmeden askerliğe ilişkin birtakım temel ilkeler de kabul edilmiştir.
3. Anayasacılık Özelliği
Yukarıdaki ilkelerden açıkça görüleceği gibi, Tanzimat Fermanında
tartışmasız bir şekilde devlet iktidarının sınırlandırılması olgusu vardır.
Diğer yandan, Tanzimat Fermanı Osmanlı tebaasına birtakım temel hak ve
özgürlükler de tanımaktadır. Bu itibarla Tanzimat Fermanı, tam bir anayasacılık
hareketi olarak görülebilir[12].
Tanzimat Fermanının devlet iktidarını sınırlandırılması, “dıştan bir
sınırlandırma” değil, daha ziyade Padişahın “kendi kendini sınırlandırması (auto-limitation)”dır[13].
Gerçekten de Abdülmecid o zamana kadar Padişahlara tanınan mutlak bir hak olan
örfi cezalar verme yetkisinden vazgeçmekte, cezaların şeriata uygun olarak
mahkemelerce verileceğini söylemektedir. Keza, o zamana kadar istediği konuda
istediği gibi buyruklar çıkaran Padişah, bu hakkını bir ölçüde sınırlandırmakta,
kuralları hazırlama yetkisini bir kurula vermekte, kendisine sadece onama
yetkisini bırakmaktadır[14].
Bu şekilde hazırlanan ve yürürlüğe giren kanunlara kendisinin de uyacağına yemin
etmektedir.
4. Hukukî Biçimi
Tanzimat Fermanı hukukî biçimi
itibarıyla ne tür bir belgedir? Biçimsel açıdan Tanzimat
Fermanının diğer fermanlardan bir farkı yoktur[15].
Bu belge Padişahın ağzıyla kaleme alınmıştır[16].
Padişahın belli konulardaki düşünce ve emirlerini yansıtmaktadır. Bunlar Padişah
buyruğu olduğundan ülkedeki herkesi bağlar[17].
Gülhane Hattı Hümayunu, Sened-i İttifak gibi iki-yanlı bir işlem
(misak, sözleşme) değil, tek-yanlı bir işlemdir. Gülhane Hattı Hümayunu, hukukî
biçimi itibarıyla bir “ferman
(octroi
, bahş, ihsan
)”dır[18].
Bilindiği gibi, fermanda hükümdar, tek taraflı olarak, kendi isteğiyle,
tebaasına birtakım haklar bahşeder, ihsan eder[19].
Gerçekten de Padişah Abdülmecid, Tanzimat Fermanında, tebaasına tanıdığı
haklardan “müsaadat-ı şahane” olarak
bahsetmekte, “ahaliye taraf-ı şahanesinden emniyet-i kamile verilmiş”
olduğunu belirtmektedir. Bu ifadeler dahi Gülhane Hatt-ı Hümayünunun “ferman (octroi)”
niteliğini ortaya koyar niteliktedir.
5. Anayasal Niteliği
Tanzimat Fermanı bir anayasa mıdır? Bazı yazarlar, Tanzimat
Fermanını “bir nevi anayasa” olarak görmüşlerdir[20].
Münci Kapani, Tanzimat Fermanını bir anayasa olarak kabul eden
görüşü reddetmektedir. Ona göre, hükümdarın yemin etmesi Tanzimat Fermanına
anayasa niteliğini bağışlamak için yeterli sayılamaz[21].
Yazara göre, “teknik anlamda anayasa bir kanundur. Burada ise tek taraflı üstün
ve bağımsız bir irade, tek taraflı bir hakimiyet tasarrufu karşısında
bulunuyoruz”. Kanımızca Kapani’nin görüşünün gerekçesine katılmaya imkân yoktur.
“Tek taraflı üstün ve bağımsız bir irade”nin niçin kanuna veya anayasaya vücut
veremeyeceğini anlamak mümkün değildir. Banımızca, bu tek taraflı irade yasama
iktidarına sahipse yaptığı şey kanundur; kurucu iktidara sahip ise yaptığı şey
anayasadır. Kapani’de pek muhtemelen kanunların bir parlâmento tarafından
yapılması gerektiği yolunda yanlış bir kanı vardır. Münci Kapani’ye göre,
Tanzimat Fermanı, “tespit ve ilân ettiği esasların gerçekleşmesini sağlayacak
kanunların yapılması için bir program, bir yasama direktifi niteliğindedir”[22].
Kapani’nin bu görüşü temelden yoksundur. Zira ne normlar hiyerarşisi teorisinde,
ne de hukukun kaynaklarının klasik şemasında “kanunların yapılması için bir
program, bir yasama direktifi” diye bir
hukukî işlem, bir hukukî belge türü yoktur.
Kanımızca, Tanzimat Fermanının bir anayasa olup olmadığı sorusuna
cevap verebilmek için her şeyden önce, “anayasa”dan ne anlamak gerektiğini
belirtmek gerekir. Yukarıda Sened-i İttifak kısmında da belirttiğimiz gibi,
anayasa biri maddî, diğeri şeklî olmak üzere iki değişik anlamda
tanımlanmaktadır.
Maddî anlamda
anayasa, devlet organlarının
kuruluşunu, işleyişini ve bireylerin devlet karşısında sahip olduğu temel hak ve
özgürlükleri belirleyen, yazılı veya teamülî, kuralların bütünüdür[23].
Bu anlamda Tanzimat Fermanı anayasal niteliktedir. Zira yukarıda görüldüğü gibi,
Tanzimat Fermanında bir yandan devlet iktidarı düzenlenmekte ve
sınırlandırılmakta ve diğer yandan halka birtakım hak ve özgürlükler
verilmektedir. O halde Tanzimat Fermanı içeriği bakımından, yani maddî açıdan
kelimenin tam anlamıyla anayasal niteliktedir.
Şeklî anlamda anayasa ise, normlar
hiyerarşisinde en üst sırayı işgal eden ve kanunlardan farklı ve daha üstün bir
usûlle konulan ve değiştirilebilen hukuk kurallarının bütünü olarak
tanımlanmaktadır[24].
Bu anlamda Tanzimat Fermanı bir anayasa olarak kabul edilemez. Zira bu fermanın
hiyerarşik güç itibarıyla kanunlardan üstün olduğu yolunda elimizde bir emare
yoktur. Keza, Tanzimat Fermanında değiştirilme usûlüne ilişkin hiçbir şey
öngörülmemiştir. Bu fermanın kanunlardan daha zor değiştirilebilir bir belge
olduğunu söylemek mümkün değildir. O halde Tanzimat Fermanını, şeklî anlamda
anayasa anlayışına göre bir anayasa olarak kabul etmeye olanak yoktur.
6. Tanzimat Fermanının Müeyyidesi
Tanzimat Fermanının müeyyidesi
olarak Padişah, fermanda ilân edilen ilkelere ve konacak
kanunlara uyacağına yemin etmektedir:
“Canibi hümayunumuzdan hilafına hareket vuku bulmayacağına ahdü misak olunup
Hırka-i şerife odasında cem-i ulema ve vükelâ hazır oldukları halde kasemi
billah dahi olunarak...”
Aynı yeminin ulema ve vüzera tarafından yapılması da Tanzimat
Fermanında öngörülmüştür. Bülent Tanör’ün işaret
ettiği gibi, “mutlakiyetçi bir sistemde hükümdarın uyruklarına birtakım sözler
vermesi, bunları yerine getireceğine yemin etmesi önemli bir bağlanmadır”[25].
Ferman ayrıca dinî nitelikteki şu destek ile sona ermektedir:
“Hemen Rabbimiz Taâla Hazretleri cümlemizi muvaffak buyursun ve bu kavanin-i
müessesenin hilafına hareket edenler Allah-ı Taâla Hazretlerinin lânetine mazhar
olsunlar ve ilelebed felah bulmasınlar amin”.
Sonuç olarak, Tanzimat Fermanının
Türk anayasacılık hareketleri içinde önemli bir adım olduğunu
söyleyebiliriz.
http://www.anayasa.gen.tr/tanzimatfermani.htm
EmoticonEmoticon