CUMHURİYETÇİLİK
Atatürk
inkılabında cumhuriyetçilik, ana ilke ve esas değerdir.
Anayasalarımızda öteki Atatürk ilkelerinin yer alışında diziliş
sırasında en bastadır. Öyle ki anayasamızda değiştirilmesi önerilemez
maddelerin en basında gelir. Kısacası bu ilke anayasanın bağımsız ana
maddesidir.
Cumhuriyetçilik ilkesi, böylece devletin biçimini
belirleyerek devlet düzen ve yönetiminde kişisellik ve keyfiliğin egemen
olmasını önleyen en sağlam güvencedir.
Ulusal Kurtuluş Savası,
başlangıcından ölümüne değin Atatürk, halk yönetimini, devleti halkın
yönetmesini, yönetimin halkın eline geçmesini, devletin bir halk devleti
haline gelmesini savunmuştur. Bu bakımdan Cumhuriyetçilik ilkesi,
halkçılık ilkesiyle birleşir ve “Egemenlik Ulusundur” özdeyişinde en
özlü anlatımını bulur.
Egemenliğin ulus tarafından kullanılmaya
başlandığı 23 Nisan 1920 gününden itibaren özgürlük ve bağımsızlık
savaşlarını kazanan Türk ulusu, kendi yönetim biçimini belirlemiş, bu
yönetim biçimi ayni zamanda ulus şeref ve onurunu kurtarmak için en
güçlü araç olmuştur. Cumhuriyet yönetimi daha o günden seçmiş olan Türk
ulusuna seslenen büyük önder su tümcelerle cumhuriyetin bağımsızlığın
ayrılmaz parçası olduğunu vurgulamıştır: Buğun ulaştığımız sonuç,
yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımlardan uyanmanın ve bu sevgili
vatanin her kösesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk
gençliğinin korumasına bırakıyorum.”
“Ey Türk Gençliği: Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza değin korumak ve savunmaktır.”
Bu sözleri ruhuna ve varlığına perçinlemiş olan Türk ulusu, cumhuriyeti
dünya durdukça korumaya and içmiştir. Cumhuriyetçilik, öteki Atatürk
ilkeleriyle birlikte uğrunda olumu göze alma inancıdır. Çünkü,
demokrasinin eşanlamlısı olan Cumhuriyet, ulus egemenliğini en iyi
simgeleyen, en yüksek, dolayısıyla Türk ulusuna en layık ve onun yüce
ruhuna en uygun bir devlet yönetimi biçimidir.
MİLLİYETÇİLİK
Atatürk
İlkeleri arasında son derece önemli bir ilke olan milliyetçilik,
akılcılık, gerçekçilik, barışçılık ve cumhuriyetçilik ilkeleriyle
bütünleşen ve bu ilkelerle çelişen yorumlara kapalı bir ilkedir.
Milliyetçilik ilkesi, Kurtuluş Savaşının çıkış noktasını oluşturmuş ve
tüm tutsak ulusların kurtuluş hareketlerine ışık tutmuştur.
Atatürk’ün türlü demeç ve söylevlerinde açıklık kazanmış olan bu ilke,
Fransız devriminden sonra dünyaya yayılan özgürlük düşüncesinin tarihsel
gelişimi içinde her ulusun kendi kaderini çizme inancının doğal bir
sonucu olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde, ulusallık
niteliğini yitirmekte olan dilimizin sadeleştirilmesi ve dünyaya
yayılmış Türk toplumlarının araştırılıp incelenmesi hareketlerinin ortak
adi olarak Türkçülük akimi biçiminde belirmiştir. Zaman bütün Türk
toplumlarını birleştirmeyi amaçlayan Turancılık, zaman da İslam Birliği
kurmak gibi bir amaca yönelik İslamcılık akımlarıyla karıştırılmaya
başlanmıştı.
Bugün anayasamızda da yer alan milliyetçilik kavram bir
ilke olarak, Türk ulusunun egemenliğini kendi iradesine aldığı süreç
içinde gerçek anlamını kazanmıştır. Akılcı, gerçekçi, barışçı ve
cumhuriyetçi bir nitelik aldıktan sonra Atatürk tarafından “Türk
Milliyetçiliği” deyimiyle bütün açıklık ve kapsamını, gerçek anlam ve
kılavuzluğunu bulmuştur. Bugün Atatürk ilkeleri arasında yer alan
milliyetçilik, çağdaş anlamıyla siyasal, ekonomik ve kültürel bir devlet
sistemi olmuştur.
Milliyetçilik ilkesine göre, Türk ulusu büyük
insanlık ailesinin yüksek onurlu bir üyesidir. Bu bakımdan bütün
insanlığı sever; ulusal onur ve çıkarlarına dokunulmadıkça başka
uluslara karşı düşmanlık beslemez ve aşılamaz.
Milliyetçilik ilkesi,
bütün çağdaş uluslarla uyum içinde yasamakla birlikte, Türk toplumsal
varlığının özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı
tutmayı esas sayar. Bu bakımdan kendi özüne aykırı akımların ülkeye
girmesini ve yayılmasını istemez.
Atatürk milliyetçiliği, gerek
bağımsız, gerek başka devletlerin uyruğu olarak yasayan bütün Türkleri,
hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik duygusuyla candan
sevmek ve onların refah ve gelişmesini candan dilemekle birlikte,
siyasal sinir olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını tanır.
Milliyetçilik ilkesine göre, Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türk dili ile
konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ulusunun her yönden yükselmesi
düşüncesini benimseyen her birey, hangi dinden, ırktan olursa olsun
Türk’tür.
Milliyetçilik ilkesini, ulusal bilincimize Kurtuluş Savası
ile perçinleyen güç, Türk toplumunu birbirine bağlayan en yüce bağın
ulusçu bağ olduğu inancıdır. Bu ulusçu bağın en özlü deyisi “Ulusal
Birlik Duygusu”dur.
Milliyetçilik ilkesi özet olarak: “Türk ulusunun
yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekasını,
bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu
aralıksız olarak ve her turlu araç ve önlemlerle besleyerek
geliştirmek”tir.
Milliyetçilik ilkesi, Türk ulusunun “bütün
bireylerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde ulusal
bilinç ve ülküler çevresinde toplamak” inancıdır.
LAİKLİK
Atatürk ilkeleri arasında inkılapçılık, cumhuriyetçilik veuygarlıkçılık
ilkeleri ile sımsıkı ilişkili olan laiklik ilkesi, yaygın anlatımıyla
din ile dünya, din ile devlet islerinin ayrılmasını öngören akılcı bir
yöntemdir.
Laiklik, geniş anlamıyla çağdaşlaşmanın doğal bir
sonucudur. Din, bireylerin dilediği inancı taşımasıdır. Nasıl bireyleri
belli bir inanca zorlamak insan haklarına aykırı ise, devleti de belli
bir inancın buyruğu altına sokmak çağdaş devlet anlayışına aykırıdır.
Devlet yönetiminin dinsel kural ve kurumlardan ayrılması, çağdaş Türk
toplumunun yüzyıllardır beklediği bir devrim atilimidir. Yalnızca,
basımevinin ülkeye girmesine engel olup uç yüz yıl geciktiren dinsel
otoritenin, Türk ulusunun çağdışı kalışındaki olumsuz etkisi bile, din
ile devlet islerinin ayrılması için yeter ve gerek bir koşuldur.
Laiklik ilkesi, kimi gerici çevrelerin yorumladıkları gibi, dinsizlik
anlamında düşünülmemelidir. Tersine her yurttaşı din ve inancında özgür
bırakan temiz ruhlu halkımızı, özellikle koylumuzu, kutsal din duygusunu
sömürerek çıkar sağlayan güçlerin baskısından kurtaran laiklik ilkesi,
toplumdaki mezhep farklılığından ileri gelen karşıtlık ve çatışmaları da
önleyen en etkili ve olumlu bir yöntem oldu.
Laiklik, devlet
yönetiminde bütün yasaların, kuralların ve yöntemlerin, bilimsel ve
teknik bulgularla çağdaş uygarlığın sağladığı verilere ve dünya
gereksinmelerine göre yapılması ve uygulanması ilkesidir.
DEVLETÇİLİK
Anayasamızda
da yer alan devletçilik ilkesi, tüm ülkelerin ortak amacı olan toplumun
esenlik ve mutluluğunu sağlayıcı toplumsal, ekonomik ve kültürel
kalkınmada devletin üstlenmesi gereken görevleri saptayan bir yöntemdir.
Genel çizgileri ile özel girişimin yetki ve gücü dışında kalan ekonomik
kalkınma ve örgütlenmeyi devlet eliyle ve araçları ile gerçekleştirmek
ilkesidir.
Anayasamızın devletin görev ve sorumlulukçuna bıraktığı,
yerine getirmekle yükümlü olduğu belli başlı görevleri saptayan
maddeleri, devletin, ulusun bireylerinin ve tümünün esenlik ve mutluluğu
ile ülkenin güvenlik ve bağımsızlığının korunması esaslarını kapsar.
Genel olarak her devletin temel iki ödevi vardır:
a.
Ülke içinde güvenliği ve adaleti kurmak ve sürdürmek, bu suretle
yurttaşların her çeşit özgürlüklerini dokunulmazlık altında bulundurmak,
b.
Diş siyasal ve öteki uluslarla ilişkileri iyi yöneterek, ülkede her
çeşit savunma güçlerini, her an hazır tutarak ulusun bağımsızlığını
güvence altında tutmak ve bu uğurda başka çare kalmazsa, silahla
savunmaktır.
Denebilir ki devletin oluşturulmasında amaç bu iki
temel ödevin yerine getirilmesini sağlamaktır. Çünkü bu ödevlerin
yurttaşların birey olarak yapmağa güçlerinin yetmeyeceği islerdir.
Bunlardan başka devletin ilgilendiği belli başlı isler, bayındırlık,
eğitim, kültür, sağlık ve sosyal yardim, tarım, ticaret ve sanayice
ilişkin ekonomik etkinliklerdir.
Tarımla, tecimle, sanayi ile
ekonomik islere devletin girmemesi, bireylere bırakması gerektiği
görüsünde bulunan kurama “bireycilik” derler. Ulusun genel ve ortak
çıkarlarına ait, siyasal ve düşünsel islerde olduğu gibi her turlu
ekonomik islerin de bireylere bırakılmayıp devlet tarafından
yapılmasının daha uygun olacağını savunan kurama da “devletçilik” denir.
Devletin temel iki ödevinin yanında ekonomik amaçlı ödevler, doğrudan
doğruya devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle birlikte, ana
görevlerinin yerine getirilmesinde etkindirler. Vatandasın güvenliğini
ve esenliğini her şeyin basında düşünmek ve sağlamakla yükümlü olan
devletin, ana görevlerinin yerine getirilmesinde son derece etkili
ekonomik amaçlı ödevleri de bireylere ya da ortaklıklara tümüyle
bırakabilmek için, bu islerin devletin el koymasına ve yardımına gerek
kalmadan yürütüleceğine, devletin temel ödevlerini yerine getirmekte
güçlükler yaratmayacağına güvenmesi gerekir.
Bu gibi islerde,
bireylerin kurmaya olanak bulamayacakları geniş ve güçlü örgütler
gerekebilir. Ya da bu gibi islerde yeterince çıkar elde edemeyecekleri
için, o islerden vazgeçerler. Oysa ki o isler, ulusça yaşamsal bir önem
taşıyabilir. İste devlet onu yapmak zorunda bulunur.
Devletin,
bireye göre amacı çok farklı bir özellik taşır. O, toplumun ortak
çıkarını ve ilerlemesini düşünür. Bireyleri, özel çıkar hırsından ne
ölçüde uzaklaştırmak olanaklıdır, düşünülmeye değer.
Anayasamızda da
yer alan bu ilkenin, özellikle halkçılık ilkesini bütünleyici,
halkçılık ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacak bir yöntem olduğu gözden
uzak tutulmamalıdır. Bu ilke, yüzyıllar boyu sağlanmış teknik
gelişmeleri, sanayii kısa surede yurtta sağlamayı istemekte, ona
çalışmakla birlikte, bunları basarmış ülkelerin, yaptıkları büyük
yanlışlıklara, içine düştükleri büyük zorluklara ve çelişkilere
uğramamak için ortaya konmuş ve Atatürk tarafından gerçekleştirilmeye
başlanmıştır. Atatürk ilkeleri arasında özel bir yer tutan devletçilik,
ulus birliğini, ulus bütünlüğünü sınıflara parçalamamak; bu sınıflar
arasında ulus varlığını sarsan, yıpratan çatışmalara, karşıtlıklara
düşmemek amacına yöneliktir.
Devletçilik ilkesi, devlet ile bireyin
etkinlik alanlarını saptarken özel ve bireysel ekonomik girişim ve
etkinliklere set çeken, onları yok eden bir yöntem değil, ilke olarak
devleti bireyin yerine koymamak, fakat bireyin gelişmesi için genel
koşulları hazırlamak ve bireyin kişisel etkinliğini ekonomik ilerlemenin
ana kaynağı olarak görmek anlayışıdır.
Kurtuluş Savaşımız, “birlik
ve dayanışma” ile anamalcılığın sömürgeciliğine karsı kazanılmıştı. Genç
Türkiye Cumhuriyeti de bu birlik ve dayanışmayı toplumun gelişmesi
atılımlarında gerçekleştirmek zorundadır. Nasıl, cumhuriyet yönetiminin
kuruluş başlangıcında somurucu, anamalcı ve isçi sınıfları yoksa, çağdaş
uygarlık yolundaki gelişmelerde de sınıf karşıtlıklarına, çatışmalarına
düşmeden toplum yapısında ekonomik ve kültürel dengeler sağlamak da
devletçiliğin amaçları arasındadır. devletçiliğin bu anlamda uygulanışı,
cağımıza ve geleceğe uygun özgün bir girişimdir. Atatürk devletçiliği,
Türk ulusu için olduğu kadar, onun durumunda olan egemenlikleri,
özgürlükleri için savaşan, anamalcı ülkelerin sömürülerinden kurtulmak
çabasında olan uluslar için de toplumsal bir koşul, bir gerekirciliktir.
Devletçilik ilkesi, doğumu, denemesi, uygulanması ile ulusal; amacı ve geleceği ile evrenseldir.
HALKÇILIK
İnkılap
Tarihimizde üzerinde duyarlıkla titrediğimiz, 1924 ve 1961
anayasalarında yer alan halkçılık ilkesi, Atatürk ilkeleri arasında
demokrasi ülküsünün temelini oluşturmaktadır. Bu ilkenin ana özelliği,
ülke yönetiminin ve egemenliğin kaynağını halk dediğimiz ulus varlığında
bulmaktır. Atatürk’ün daha 1920 yılında meclise sunduğu halkçılık
programında halkı temsil eden meclisin ulusal egemenliği hangi
yöntemlerle kullanacağını saptayan esaslar, 1937’de anayasamızda
devletin temel ilkeleri arasında yer alan halkçılık adıyla yönetimin
demokratik kaynağını saptıyordu.
Egemenliği bir zümre ya da bir
aileye bağlayan çağdışı biçimlerin yerini alan ve halkın secimle
saptadığı bir meclis aracılığı ile yönetim ve egemenlik haklarını
kullanması yönetimi, geniş anlamda “halkın, halk tarafından halk için
yönetimi” halkçılığın özünü oluşturur. Devlet ile yurttaş arasındaki
karşılıklı hak ve ödevlerin yerine getirilmesinde düzenleyici kuralları,
yasaları yapma yetkisini halk egemenliğinde tanıyan halkçılık ilkesi,
baslıca su özellikleri kapsar:
Yasalar önünde salt bir eşitlik
öngören ve hiçbir bireye, hiçbir aileye, hiçbir sınıfa, ayrıcalık
tanımayan bireyler halktandır. Bu nitelikleri taşıyan bireylerin
yönetimi ellerinde bulundurmaları halkçılığın temel özelliğidir. Bu
bakımdan halkçılık:
a. ülke yönetiminin demokratikliği,
b. Herhangi bir birey ve sınıfa ulusun genel hakları dışında ayrıcalık tanımamak,
c. Sınıf kavgasını kabul etmemek gibi öğelerden oluşur.
Halkçılık ilkesi, ulusal egemenliği geniş halk yığınlarının özgür
iradesine bağlarken öteki ilkelerden soyutlanmadan değerlendirilmelidir.
Akilcilik, özgürlükçülük, ve uygarlıkçılık ilkeleriyle çakışan bir ilke
olsak halkın olumlu bilimin ve çağdaş uygarlığın gereklerine göre
eğitilmesi, yurttaşlık bilincinin eğitim yolu ile aydınlatılması
halkçılığın temel yöntemidir. Türk toplumunun sosyal, kültürel ve
ekonomik kalkınmasının temelini oluşturan eğitim kalkınması
milliyetçilik ilkesinin de ana ereğidir. Bu bakımdan eğitim yoluyla
aydınlatılmış halk, ulusal egemenliğin güçlenmesi ve demokrasimizin
yasamasında halkçılık ile milliyetçilik ilkelerinin aydınlığında tek ve
gerçek güvencedir