Tarih Konu Anlatımları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih Konu Anlatımları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gümrü Antlaşması(1920)

Gümrü Antlaşması(1920)



Rusya'nın durumundan yararlanarak kendi devletlerini kuran Ermeniler ve Gürcüler, Wilson İlkeleri'ni kendilerine göre yorumlayarak, Doğu Anadolu'nun kendilerine verilmesini istemişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra, Osmanlı Orduları önce Kafkasları ardından Doğu Anadolu'nun sınır bölgelerini boşalttılar. Türk birliklerinin çekilmesinden sonra işgal hareketlerini hızlandıran Ermeniler, yerli Müslüman halka insanlık dışı davranışlarda bulundular. Bunun üzerine Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Ermenilere savaş açtı. TBMM, Mondros Mütarekesi kararı gereği boşaltılan Kars, Artvin ve Ardahan'ın tekrar geri alınması için gereğinin yapılması yolunda ayrıca yetki verdi. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir komutasındaki Türk Birlikleri. 28 Eylül 1920'de taarruza geçti. 29 Eylül'de Sarıkamış'ı, 30 Ekim'de Kars'ı, 7 Kasım'da Gümrü'yü geri aldı. Ermeniler barış istedi. Görüşmelerde TBMM'ini Kazım Karabekir, Erzurum Milletvekili Süleyman Necati Bey, Erzurum Valisi Hamit Bey, Ermenistan'ı ise Başbakan Aleksandr Katisyan ve beraberindekiler temsil etti.
2-3 Aralık gecesi imzalanan Gümrü Antlaşması şöyleydi:
Gümrü Antlaşması'nın imzalanmasından bir gün sonra, Ermenistan Cumhuriyeti Kızılordu'nun işgaline uğradı ve Erivan'da Sovyet Ermeni Cumhuriyeti kuruldu. Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti'nin kurulması ile Gümrü Antlaşması'nın onaylanması askıya alınmış, antlaşmanın yürürlüğe girmesi mümkün olmamıştır. Doğu Cephesi'nde kazanılan zafer doğu sınırlarının belirlenmesinde yararlı olmuş, önce 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması, daha sonra 13 Ekim 1921 Kars Antlaşması ile ufak değişikliklerle Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır belirlenmiştir. Gümrü Antlaşması, TBMM'nin imzaladığı ilk antlaşma olmasından dolayı önemlidir.
Çanakkale Savaşı(1915)

Çanakkale Savaşı(1915)

Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı'nın sonlarına yaklaşırken 1915- 1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.
Çanakkale savaşı, Birinci Dünya Savaşı içindeki, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türk’ün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın doğal bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.
Balkan Savaşında Yer Alan Başıbozuklar
Balkan Savaşı Başıbozukların son savaşı olmuştur
Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak istemiş; fakat Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle duruma müdahale etmiştir. Bu surette Osmanlı devleti, kaderine alelacele, 2 Ağustos 1914’te “üçlü ittifak’la bağlanmıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet, 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu Türk Ordusu’dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almakta son derece zorlanmıştır. Halbuki “üçlü itilaf”ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchıll bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir.
Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, özellikle güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda Boğazlar Doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye edecek, Batı cephesinin yükünü hafifletecek dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı. O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk-Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan ve çok zor durumda kalan en azından hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için, Çanakkale Seferi’ne karar verilmiş; fakat kesin neticeyi Batı cephesinde arayanları darıltmamak için öncelikle donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır. Çanakkale Savaşı genel hatları itibariyle: İtilaf Devletleri’nce; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolüne ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden bini savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephedir.
Atatürk İlkeleri Nelerdir?

Atatürk İlkeleri Nelerdir?


CUMHURİYETÇİLİK
Atatürk inkılabında cumhuriyetçilik, ana ilke ve esas değerdir. Anayasalarımızda öteki Atatürk ilkelerinin yer alışında diziliş sırasında en bastadır. Öyle ki anayasamızda değiştirilmesi önerilemez maddelerin en basında gelir. Kısacası bu ilke anayasanın bağımsız ana maddesidir.
Cumhuriyetçilik ilkesi, böylece devletin biçimini belirleyerek devlet düzen ve yönetiminde kişisellik ve keyfiliğin egemen olmasını önleyen en sağlam güvencedir.
Ulusal Kurtuluş Savası, başlangıcından ölümüne değin Atatürk, halk yönetimini, devleti halkın yönetmesini, yönetimin halkın eline geçmesini, devletin bir halk devleti haline gelmesini savunmuştur. Bu bakımdan Cumhuriyetçilik ilkesi, halkçılık ilkesiyle birleşir ve “Egemenlik Ulusundur” özdeyişinde en özlü anlatımını bulur.
Egemenliğin ulus tarafından kullanılmaya başlandığı 23 Nisan 1920 gününden itibaren özgürlük ve bağımsızlık savaşlarını kazanan Türk ulusu, kendi yönetim biçimini belirlemiş, bu yönetim biçimi ayni zamanda ulus şeref ve onurunu kurtarmak için en güçlü araç olmuştur. Cumhuriyet yönetimi daha o günden seçmiş olan Türk ulusuna seslenen büyük önder su tümcelerle cumhuriyetin bağımsızlığın ayrılmaz parçası olduğunu vurgulamıştır: Buğun ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımlardan uyanmanın ve bu sevgili vatanin her kösesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğinin korumasına bırakıyorum.”
“Ey Türk Gençliği: Birinci ödevin Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza değin korumak ve savunmaktır.”
Bu sözleri ruhuna ve varlığına perçinlemiş olan Türk ulusu, cumhuriyeti dünya durdukça korumaya and içmiştir. Cumhuriyetçilik, öteki Atatürk ilkeleriyle birlikte uğrunda olumu göze alma inancıdır. Çünkü, demokrasinin eşanlamlısı olan Cumhuriyet, ulus egemenliğini en iyi simgeleyen, en yüksek, dolayısıyla Türk ulusuna en layık ve onun yüce ruhuna en uygun bir devlet yönetimi biçimidir.
MİLLİYETÇİLİK
Atatürk İlkeleri arasında son derece önemli bir ilke olan milliyetçilik, akılcılık, gerçekçilik, barışçılık ve cumhuriyetçilik ilkeleriyle bütünleşen ve bu ilkelerle çelişen yorumlara kapalı bir ilkedir.
Milliyetçilik ilkesi, Kurtuluş Savaşının çıkış noktasını oluşturmuş ve tüm tutsak ulusların kurtuluş hareketlerine ışık tutmuştur.
Atatürk’ün türlü demeç ve söylevlerinde açıklık kazanmış olan bu ilke, Fransız devriminden sonra dünyaya yayılan özgürlük düşüncesinin tarihsel gelişimi içinde her ulusun kendi kaderini çizme inancının doğal bir sonucu olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde, ulusallık niteliğini yitirmekte olan dilimizin sadeleştirilmesi ve dünyaya yayılmış Türk toplumlarının araştırılıp incelenmesi hareketlerinin ortak adi olarak Türkçülük akimi biçiminde belirmiştir. Zaman bütün Türk toplumlarını birleştirmeyi amaçlayan Turancılık, zaman da İslam Birliği kurmak gibi bir amaca yönelik İslamcılık akımlarıyla karıştırılmaya başlanmıştı.
Bugün anayasamızda da yer alan milliyetçilik kavram bir ilke olarak, Türk ulusunun egemenliğini kendi iradesine aldığı süreç içinde gerçek anlamını kazanmıştır. Akılcı, gerçekçi, barışçı ve cumhuriyetçi bir nitelik aldıktan sonra Atatürk tarafından “Türk Milliyetçiliği” deyimiyle bütün açıklık ve kapsamını, gerçek anlam ve kılavuzluğunu bulmuştur. Bugün Atatürk ilkeleri arasında yer alan milliyetçilik, çağdaş anlamıyla siyasal, ekonomik ve kültürel bir devlet sistemi olmuştur.
Milliyetçilik ilkesine göre, Türk ulusu büyük insanlık ailesinin yüksek onurlu bir üyesidir. Bu bakımdan bütün insanlığı sever; ulusal onur ve çıkarlarına dokunulmadıkça başka uluslara karşı düşmanlık beslemez ve aşılamaz.
Milliyetçilik ilkesi, bütün çağdaş uluslarla uyum içinde yasamakla birlikte, Türk toplumsal varlığının özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini saklı tutmayı esas sayar. Bu bakımdan kendi özüne aykırı akımların ülkeye girmesini ve yayılmasını istemez.
Atatürk milliyetçiliği, gerek bağımsız, gerek başka devletlerin uyruğu olarak yasayan bütün Türkleri, hangi dinden olurlarsa olsunlar derin bir kardeşlik duygusuyla candan sevmek ve onların refah ve gelişmesini candan dilemekle birlikte, siyasal sinir olarak Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını tanır.
Milliyetçilik ilkesine göre, Türkiye Cumhuriyeti içinde, Türk dili ile konuşan, Türk kültürü ile yetişen, Türk ulusunun her yönden yükselmesi düşüncesini benimseyen her birey, hangi dinden, ırktan olursa olsun Türk’tür.
Milliyetçilik ilkesini, ulusal bilincimize Kurtuluş Savası ile perçinleyen güç, Türk toplumunu birbirine bağlayan en yüce bağın ulusçu bağ olduğu inancıdır. Bu ulusçu bağın en özlü deyisi “Ulusal Birlik Duygusu”dur.
Milliyetçilik ilkesi özet olarak: “Türk ulusunun yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, doğuştan gelen zekasını, bilime bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, ulusal birlik duygusunu aralıksız olarak ve her turlu araç ve önlemlerle besleyerek geliştirmek”tir.
Milliyetçilik ilkesi, Türk ulusunun “bütün bireylerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün halinde ulusal bilinç ve ülküler çevresinde toplamak” inancıdır.
LAİKLİK
Atatürk ilkeleri arasında inkılapçılık, cumhuriyetçilik veuygarlıkçılık ilkeleri ile sımsıkı ilişkili olan laiklik ilkesi, yaygın anlatımıyla din ile dünya, din ile devlet islerinin ayrılmasını öngören akılcı bir yöntemdir.
Laiklik, geniş anlamıyla çağdaşlaşmanın doğal bir sonucudur. Din, bireylerin dilediği inancı taşımasıdır. Nasıl bireyleri belli bir inanca zorlamak insan haklarına aykırı ise, devleti de belli bir inancın buyruğu altına sokmak çağdaş devlet anlayışına aykırıdır.
Devlet yönetiminin dinsel kural ve kurumlardan ayrılması, çağdaş Türk toplumunun yüzyıllardır beklediği bir devrim atilimidir. Yalnızca, basımevinin ülkeye girmesine engel olup uç yüz yıl geciktiren dinsel otoritenin, Türk ulusunun çağdışı kalışındaki olumsuz etkisi bile, din ile devlet islerinin ayrılması için yeter ve gerek bir koşuldur.
Laiklik ilkesi, kimi gerici çevrelerin yorumladıkları gibi, dinsizlik anlamında düşünülmemelidir. Tersine her yurttaşı din ve inancında özgür bırakan temiz ruhlu halkımızı, özellikle koylumuzu, kutsal din duygusunu sömürerek çıkar sağlayan güçlerin baskısından kurtaran laiklik ilkesi, toplumdaki mezhep farklılığından ileri gelen karşıtlık ve çatışmaları da önleyen en etkili ve olumlu bir yöntem oldu.
Laiklik, devlet yönetiminde bütün yasaların, kuralların ve yöntemlerin, bilimsel ve teknik bulgularla çağdaş uygarlığın sağladığı verilere ve dünya gereksinmelerine göre yapılması ve uygulanması ilkesidir.
DEVLETÇİLİK
Anayasamızda da yer alan devletçilik ilkesi, tüm ülkelerin ortak amacı olan toplumun esenlik ve mutluluğunu sağlayıcı toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmada devletin üstlenmesi gereken görevleri saptayan bir yöntemdir. Genel çizgileri ile özel girişimin yetki ve gücü dışında kalan ekonomik kalkınma ve örgütlenmeyi devlet eliyle ve araçları ile gerçekleştirmek ilkesidir.
Anayasamızın devletin görev ve sorumlulukçuna bıraktığı, yerine getirmekle yükümlü olduğu belli başlı görevleri saptayan maddeleri, devletin, ulusun bireylerinin ve tümünün esenlik ve mutluluğu ile ülkenin güvenlik ve bağımsızlığının korunması esaslarını kapsar.
Genel olarak her devletin temel iki ödevi vardır:
a. Ülke içinde güvenliği ve adaleti kurmak ve sürdürmek, bu suretle yurttaşların her çeşit özgürlüklerini dokunulmazlık altında bulundurmak,
b. Diş siyasal ve öteki uluslarla ilişkileri iyi yöneterek, ülkede her çeşit savunma güçlerini, her an hazır tutarak ulusun bağımsızlığını güvence altında tutmak ve bu uğurda başka çare kalmazsa, silahla savunmaktır.
Denebilir ki devletin oluşturulmasında amaç bu iki temel ödevin yerine getirilmesini sağlamaktır. Çünkü bu ödevlerin yurttaşların birey olarak yapmağa güçlerinin yetmeyeceği islerdir.
Bunlardan başka devletin ilgilendiği belli başlı isler, bayındırlık, eğitim, kültür, sağlık ve sosyal yardim, tarım, ticaret ve sanayice ilişkin ekonomik etkinliklerdir.
Tarımla, tecimle, sanayi ile ekonomik islere devletin girmemesi, bireylere bırakması gerektiği görüsünde bulunan kurama “bireycilik” derler. Ulusun genel ve ortak çıkarlarına ait, siyasal ve düşünsel islerde olduğu gibi her turlu ekonomik islerin de bireylere bırakılmayıp devlet tarafından yapılmasının daha uygun olacağını savunan kurama da “devletçilik” denir.
Devletin temel iki ödevinin yanında ekonomik amaçlı ödevler, doğrudan doğruya devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle birlikte, ana görevlerinin yerine getirilmesinde etkindirler. Vatandasın güvenliğini ve esenliğini her şeyin basında düşünmek ve sağlamakla yükümlü olan devletin, ana görevlerinin yerine getirilmesinde son derece etkili ekonomik amaçlı ödevleri de bireylere ya da ortaklıklara tümüyle bırakabilmek için, bu islerin devletin el koymasına ve yardımına gerek kalmadan yürütüleceğine, devletin temel ödevlerini yerine getirmekte güçlükler yaratmayacağına güvenmesi gerekir.
Bu gibi islerde, bireylerin kurmaya olanak bulamayacakları geniş ve güçlü örgütler gerekebilir. Ya da bu gibi islerde yeterince çıkar elde edemeyecekleri için, o islerden vazgeçerler. Oysa ki o isler, ulusça yaşamsal bir önem taşıyabilir. İste devlet onu yapmak zorunda bulunur.
Devletin, bireye göre amacı çok farklı bir özellik taşır. O, toplumun ortak çıkarını ve ilerlemesini düşünür. Bireyleri, özel çıkar hırsından ne ölçüde uzaklaştırmak olanaklıdır, düşünülmeye değer.
Anayasamızda da yer alan bu ilkenin, özellikle halkçılık ilkesini bütünleyici, halkçılık ilkesinin gerçekleşmesini sağlayacak bir yöntem olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu ilke, yüzyıllar boyu sağlanmış teknik gelişmeleri, sanayii kısa surede yurtta sağlamayı istemekte, ona çalışmakla birlikte, bunları basarmış ülkelerin, yaptıkları büyük yanlışlıklara, içine düştükleri büyük zorluklara ve çelişkilere uğramamak için ortaya konmuş ve Atatürk tarafından gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Atatürk ilkeleri arasında özel bir yer tutan devletçilik, ulus birliğini, ulus bütünlüğünü sınıflara parçalamamak; bu sınıflar arasında ulus varlığını sarsan, yıpratan çatışmalara, karşıtlıklara düşmemek amacına yöneliktir.
Devletçilik ilkesi, devlet ile bireyin etkinlik alanlarını saptarken özel ve bireysel ekonomik girişim ve etkinliklere set çeken, onları yok eden bir yöntem değil, ilke olarak devleti bireyin yerine koymamak, fakat bireyin gelişmesi için genel koşulları hazırlamak ve bireyin kişisel etkinliğini ekonomik ilerlemenin ana kaynağı olarak görmek anlayışıdır.
Kurtuluş Savaşımız, “birlik ve dayanışma” ile anamalcılığın sömürgeciliğine karsı kazanılmıştı. Genç Türkiye Cumhuriyeti de bu birlik ve dayanışmayı toplumun gelişmesi atılımlarında gerçekleştirmek zorundadır. Nasıl, cumhuriyet yönetiminin kuruluş başlangıcında somurucu, anamalcı ve isçi sınıfları yoksa, çağdaş uygarlık yolundaki gelişmelerde de sınıf karşıtlıklarına, çatışmalarına düşmeden toplum yapısında ekonomik ve kültürel dengeler sağlamak da devletçiliğin amaçları arasındadır. devletçiliğin bu anlamda uygulanışı, cağımıza ve geleceğe uygun özgün bir girişimdir. Atatürk devletçiliği, Türk ulusu için olduğu kadar, onun durumunda olan egemenlikleri, özgürlükleri için savaşan, anamalcı ülkelerin sömürülerinden kurtulmak çabasında olan uluslar için de toplumsal bir koşul, bir gerekirciliktir.
Devletçilik ilkesi, doğumu, denemesi, uygulanması ile ulusal; amacı ve geleceği ile evrenseldir.
HALKÇILIK
İnkılap Tarihimizde üzerinde duyarlıkla titrediğimiz, 1924 ve 1961 anayasalarında yer alan halkçılık ilkesi, Atatürk ilkeleri arasında demokrasi ülküsünün temelini oluşturmaktadır. Bu ilkenin ana özelliği, ülke yönetiminin ve egemenliğin kaynağını halk dediğimiz ulus varlığında bulmaktır. Atatürk’ün daha 1920 yılında meclise sunduğu halkçılık programında halkı temsil eden meclisin ulusal egemenliği hangi yöntemlerle kullanacağını saptayan esaslar, 1937’de anayasamızda devletin temel ilkeleri arasında yer alan halkçılık adıyla yönetimin demokratik kaynağını saptıyordu.
Egemenliği bir zümre ya da bir aileye bağlayan çağdışı biçimlerin yerini alan ve halkın secimle saptadığı bir meclis aracılığı ile yönetim ve egemenlik haklarını kullanması yönetimi, geniş anlamda “halkın, halk tarafından halk için yönetimi” halkçılığın özünü oluşturur. Devlet ile yurttaş arasındaki karşılıklı hak ve ödevlerin yerine getirilmesinde düzenleyici kuralları, yasaları yapma yetkisini halk egemenliğinde tanıyan halkçılık ilkesi, baslıca su özellikleri kapsar:
Yasalar önünde salt bir eşitlik öngören ve hiçbir bireye, hiçbir aileye, hiçbir sınıfa, ayrıcalık tanımayan bireyler halktandır. Bu nitelikleri taşıyan bireylerin yönetimi ellerinde bulundurmaları halkçılığın temel özelliğidir. Bu bakımdan halkçılık:
a. ülke yönetiminin demokratikliği,
b. Herhangi bir birey ve sınıfa ulusun genel hakları dışında ayrıcalık tanımamak,
c. Sınıf kavgasını kabul etmemek gibi öğelerden oluşur.
Halkçılık ilkesi, ulusal egemenliği geniş halk yığınlarının özgür iradesine bağlarken öteki ilkelerden soyutlanmadan değerlendirilmelidir. Akilcilik, özgürlükçülük, ve uygarlıkçılık ilkeleriyle çakışan bir ilke olsak halkın olumlu bilimin ve çağdaş uygarlığın gereklerine göre eğitilmesi, yurttaşlık bilincinin eğitim yolu ile aydınlatılması halkçılığın temel yöntemidir. Türk toplumunun sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmasının temelini oluşturan eğitim kalkınması milliyetçilik ilkesinin de ana ereğidir. Bu bakımdan eğitim yoluyla aydınlatılmış halk, ulusal egemenliğin güçlenmesi ve demokrasimizin yasamasında halkçılık ile milliyetçilik ilkelerinin aydınlığında tek ve gerçek güvencedir
 2. İnönü Savaşı

2. İnönü Savaşı

Londra Konferansı’nın barış önerilerinin TBMM Hükümeti’nce reddedilmesi üzerine, İtilaf Devletleri’nin isteklerini zorla Türklere kabul ettirmekle görevlendirilen Yunanlılar, Bursa üzerinden Eskişehir’e, Uşak üzerinden Afyon’a doğru 23 Mart 1921'de saldırıya geçtiler. Yunanlılar, Bilecik’i, İnönü’de Metris Tepe’yi ve Uşak’ı ele geçirmeleri üzerine, TBMM Muhafız Taburu cepheye gönderildi. Böylece güçlenen Türk kuvvetleri karşı saldırıya geçerek Yunan saldırısını püskürttü. Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey’in savaş süresince verdiği “mevzilerin kesin olarak savunulması” emri başarının elde edilmesinde etken oldu.1 Nisan 1921’de Yunan ordusu Bursa’ya çekilmeye başladı. Böylece Yunanlılar İnönü’de ikinci kez yenildiler.
Sonuç:
TBMM Hükümeti varlığını bütün Avrupa devletlerine, resmen olmasa da kabul ettirdi; içte ve dışta nüfuz ve saygınlığı yükseldi.<
2. İnönü Savaşı

Avrupa ülkelerinde, İngiliz ve Yunan politikasına karşı güvensizlik ve muhalefet başladı.
Ordu mensuplarında, her bakımdan kendilerine güven arttı.
Bu durum karşısında, Fransızlar Zonguldak’tan, İtalyanlar Güney Anadolu’dan çekilmek zorunda kaldılar.
Türk ordusunun kazandığı zaferler, İtilaf Devletleri’ni Türkler hakkında yararlı kararlar almaya zorladı.
II.İkinci İnönü Muharebesi’nin kazanılmasından, Sovyet Rusya ve Afganistan gibi dost devletlerde büyük bir memnunluk duyulmuş ve bu resmen Türk hükümeti’ne bildirilmiştir.
 Sakarya Meydan Muharebesi

Sakarya Meydan Muharebesi


23 Ağustos – 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan. Türk milleti için bir ölüm kalım savaşı olan Sakarya Meydan Muharebesi; Kurtuluş Savaşı içinde kader tayin edici olmuştur.
Bu savaştan önce Yunanlıların başlıca hedefi; Ankara yönünde ilerleyerek, Türk Ordusunu yok etmek ve Kurtuluş Savaşı’nın sembolü ve direniş merkezi haline gelen Ankara’yı ele geçirmekti. Böylece Türk azim ve direnme gücü yok edilmiş olacaktı. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün emir ve komutasında, Türk ulusunun kanıyla yapılan ve dünya harp tarihine en uzun meydan muharebesi; Türk Kurtuluş Savaş’ı tarihine de subay muharebesi diye geçen Sakarya Destanı 21 gün 21 gece devam etmiş ve 13 Eylül günü Yunanlıların Sakarya Nehri’nin doğusunu tamamen terk etmesiyle son bulmuştur.
Başkomutan Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Muharebesi sırasında ülke savunmasını şu şekilde ifade etmiştir. Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O sathı bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük, büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir; fakat, küçük büyük her birlik durabildiği noktadan yeniden düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler, ona uymaz; bulunduğu mevzide sonuna kadar durmaya ve direnmeye mecburdur
Taarruz inisiyatifinin Türk Ordusu’na geçmesini sağlayan Sakarya Zaferi, TBMM hükümetine siyasi başarı kapılarını aralamış Türk milletinin özgürlüğünü ve vatanını kurtaracağı inancını da kuvvetlendirmiştir.
Sakarya Meydan Muharebesi

Sakarya Savaşı sonunda; Türk Ordusu’nun 1683 yılındaki 2.Viyana Kuşatmasındaki yenilgisinden beri süregelen çekilmesi sona ermiştir. Bu savaş, Türk ordusu’nun son savunma savaşıdır.
Düşman 10 Eylül’de karşı taarruzla Afyon-Kütahya hattına kadar atılmıştır.
Savaş Türk ordusunun üstün zaferiyle sonuçlanmıştır.
Sonuçları:
Ulusal Kurtuluş Savaşının son savunma savaşıdır.
Düşmanın saldırı gücü tükenmiş, Türk topraklarını ele geçirme istek ve umudu yok olmuş, savunmaya geçmişlerdir.
Bu savaşa Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü Paşalar katılmıştır. Subaylar savaşıdır.
M. Kemal’e mareşallik rütbesi ve Gazi ünvanı ( 19 Eylül 1921) verilmiştir.
Sovyetler Birliği ile Kars, Fransızlarla Ankara Antlaşmaları imzalanmıştır.
TBMM Anadolu’da kesin egemenlik sağlamıştır.
TBMM’nin yaşama ve varolma mücadelesindeki en büyük başarısıdır
Yayınlanma Tarihi : 20.12.2012 03:14:06